İnsan Odaklı Aydınlatma

Aydınlatma tasarımında temel amaç kullanıcının görsel konfor koşullarını sağlamaya yönelik, aydınlatma teknolojisindeki güncel yaklaşımları takip eden enerji etkin çözüm önerileri sunmaktır.

Bu bakış açısında, tarihsel perspektif içinde konuya yaklaşıldığında aydınlatmanın niteliği kavramı,
zaman içinde insan odaklı aydınlatma (human centric lighting), bio-dinamik aydınlatma, sirkadyan ritim (CS) gibi kavramlarla birlikte çalışılmıştır. Tüm bu kavramlar, temelinde kullanıcının görsel konforunu sağlamaya yönelik sistem önerileri geliştirmek üzerinedir.

İnsan odaklı aydınlatma kavramı aydınlatma tasarım sürecinde kullanıcının görsel konfor koşulları ve biyolojik ritmiyle uyumlu, kişiye nasıl bir yapay çevre sunulması gerektiğini sorgulayan bir sistem tasarımı ve kavramıdır. Aydınlatma tasarımında aydınlık düzeyi, ışık kaynağının renk sıcaklığı, renksel geriverim özellikleri, parıltı kontrastı gibi ölçümsel büyüklükler tanımlanmış olmasına karşın, fiziksel çevre etkisine karşı oluşan duygu durumu kişiye göre farklılık göstermektedir. 


Bununla birlikte, ışık fiziksel bir uyartı olmanın ötesinde, biyolojik ritmimizi, hormon dengemizi, psikolojimizi, kognitif fonksiyonlarımızı, algılama yetimizi etkileyen ve biyolojik saati dengeleyen bir enerjidir (bakınız Şekil 1). Bu nedenle günümüzde aydınlatma tasarımında sirkadyen ritim, biyolojik saat gibi konular dikkat çekici hale gelmiştir. Sirkadyan ritim, genetik olarak kodlanmış olsa da, her gün, gün ışığı ile yeniden ayarlanmaktadır. Gün içerisinde yetersiz günışığı alan bir kişide yetersiz serotonin üretimine, bu da gece yetersiz melatonin üretimine neden olmaktadır. Melatonin karanlıkta salgılanan bir hormondur, gece yüksek aydınlık düzeyi ve soğuk ışığa maruz kalan kişilerde melatonin salgısı istenilen düzeye ulaşamamaktadır. Bunun sonucunda ertesi güne yorgun başlayan bir birey, yaptığı işte performans düşüklüğü, dikkat dağınıklığı gibi sorunlarla karşılaştığı gibi, uzun süre bu düzenin bozulması bağışıklık sisteminde sorunlara ve bazı hastalıkların oluşmasına neden olabilmektedir.


Yirmi birinci yüzyılın başında, koni ve çubuk hücrelerden başka, ışığa duyarlı bir photoreseptörün bulunması ve hipofiz beziyle olan ilişkisinin açıklanması ışığın görünmeyen bu etkilerinin çalışılmasında önemli bir rol oynamıştır. Tıp alanındaki bilimsel çalışmalar ile teknolojideki gelişmeler aydınlatma tasarımına yansımakta, insan sağlığı ve görsel konfor için optimum çözüm arayışı sunulmaya çalışılmaktadır. Yapılan çalışmalar bizlere vücudumuzun bir düzen içerisinde, sistematik çalışmasını destekleyecek aydınlatma tasarımı yapılması gerektiğini göstermektedir. Örneğin, lap-top, akıllı telefonlar, bilgisayar gibi ekranlı cihazların geç saatlerde kullanılması uyku kalitemizi bozmaktadır. Bu cihazlardan yayılan ışığın dalga boyu melatonin salgılanmasını azaltmakta ve uykuya dalma süremiz uzamaktadır. Benzer bir şekilde zaman kontrollü bir aydınlatma sistem tasarımı önerisi oldukça yaygındır. Bu sistem, gün içinde renk sıcaklığı ve aydınlık düzeyindeki değişime bağlı, sirkadyen ritimle uyumlu bir yapma aydınlatma sistem tasarımı önermektedir. Renk sıcaklığı olarak baktığımızda sabah saatlerinde 5000–6000K, öğlen saatlerinde 4000–5000 K, akşam üzeri saatlerinde 3000 K renk sıcaklığındaki değişim ofis ortamlarında, dersliklerde uygulandığında performans açısından olumlu sonuçlar alınmıştır (bakınız Şekil 2).


Sonuç olarak denebilir ki; insan odaklı aydınlatma yalnızca otomasyon sistem tasarımı ve uygulaması değildir. Doğadaki dengenin ritminden hareketle doğru ışık doğru zamanda biyolojik saatimizi dış saatle
organize edilmesi, aydınlık düzeyi, ışığın renk sıcaklığı, göze geliş açısı, silindirik aydınlık düzeyi, parıltı dağılımının bir arada düşünülerek bir aydınlatma tasarım önerisi geliştirilmesi ve vücudun biyolojik saatinin dengede tutulmaya çalışılması gerekmektedir.


Bunlar da ilginizi çekebilir!